Buzağılar neden ölüyor? Bu soru son yıllarda defalarca gündeme geldi. Gelmeye devam edecek görünüyor. Buzağıların doğumlarını takip eden ilk 6 ay içindeki yaşam evrelerine neonatal dönem adını veriyoruz. Gerçekten buzağılar neonatal dönemlerinde neden ölüyorlar? Üstelik bu oran %40 civarı!
Doğumundan itibaren bir buzağıya hep sormak istedim.
‘Arkadaşım neden …? Hayat güzel; kırlar bayırlar, süt dolu memeler, doğduğunuzda özel bakımlar, küpe törenleri, yaşdaş arkadaşlar, çeşit çeşit enerji protein dengesi ayarlanmış yem formülasyonları, dişiniz ağrısa bile sağlık servisi hemen yanıbaşınızda, bazılarınıza özel mamalar, bazılarınıza robot makineler ile istediğiniz saatte süt, aşı takviminiz bile daha siz doğmadan hazırlanmış, hatta sadece size ayrılmış localarda probiyotikli sütle keyifli seyirler, yazın serin gölgelikler, kışın kuzey rüzgarlarına kapatılmış sıcak mekanlar… Ortalama 14 yıl gibi bir ömür sürecek bir yaşam varken.’
Binlerce buzağı ile tanışmama, onların doğmasına yardım etmeye hastalıklarında faydalı olmaya çalışmama rağmen hiçbiri cevap vermemişti…Ta ki onunla tanışana kadar.
Buzdağı evet adı Buzdağı. Buzağının adı Buzdağı. Tanışmıştım onunla ve sorularıma cevap veriyordu. Gel zaman git zaman kendisi ile sıkı bir dostluk bağı kurduk. Çok eğlenceli günler yaşadık. Ona bir ara bu konuyu açtım.
’Neden arkadaşların …? Hem de çok fazla sayıdalar’
Sustu konuşmadı. Soru canını sıkmıştı. Israrla sormaya devam ettiğimde ise;
‘Sen insansın anlayamazsın’ dedi.
Şaşkınlığım artmış biçimde;
‘Asıl seni anlayacak bir insandır. İnsan bu sebeple insandır’ dedim.
‘Anlatmaya çalışayım dilim döndüğünce sana peki ‘dedi ve anlatmaya başladı;
‘Bizim gözümüzle anlatayım sana bir buzağının gözüyle. Benim adım Buzdağı buzağı. İsmimin Buzdağı olma sebebini görünmeyen alttaki yatan hazinli gerçeği anlatayım sana. Gemileri bile batıran sebeplerin simgesel ismidir benim adım.
İnsanların bozduğu yerlere bakman yeterli. İnsanlar bizi hala tanımamak için direniyorlar. Doğal olanı demiyorum artık, lakin doğa kanunlarını anlasanız diyorum. Nereden başlasam onu bile bilmiyorum, fakat doğumumuzla başlayayım.
Annemizin bizi zamanında doğurmasına izin vermiyorsunuz. Evet çok zor doğum yapan bir grubuz kabul ediyorum. Biz tay değiliz. Taylar çok kolayca doğup hemen ayağa kalkıyorlar ve emmeye başlıyorlar 20 dk kadar sürüyor. Bizim gibi değiller.100 adet buzağı doğduğunda hiç insan eli değmez ise kaç saatte ayağa kalkıp annemizi emeriz baktınız mı? Zaman zaman çok acele ediyorsunuz. Acele etmemeniz gerekiyor.
Sakince takip etmeniz yeterli. Eğer doğum kanalına girmişsek makul güçle çekerek sakince dünyaya gelmemize yardımcı olmanız yeterli. Bazı talihsiz durumlar hariç elbette. Sizler bize çok yardımcı oluyorsunuz o talihsiz anlarda. Akciğerlerimizin doğumla beraber hayatımız boyunca tam kapasite çalışabilmesi için en uç loblarının açılması lazımdır. Daha emme refleksimiz gelmeden zorla ağzımıza biberonla veya tasla süt vermeye kalkarsanız akciğerlerimize kaçıyor ve artık hasta olarak başlıyoruz dünyaya. Hemen emme refleksimize bakın eğer emiyorsak sakince besleyin. Bazen bu sütü alma zamanımız uzayabilir. Sık sık ama narince verin bize bebek gibi.
Bu arada en lezzetli öğünler zamanı olarak hep hayal ederiz büyüsek de. Bazı arkadaşlarımız büyüseler bile unutamaz bu lezzeti. O yüzden burunlarına dikenli halka takarak cezalandırırlar onları çok süt emmesinler büyüdüler artık diye. Çünkü fazla süt içmemizi istemedikleri olur bazen.
Gelelim en lezzetli ağız sütüne; en besleyici en kaliteli, en yüksek bağışıklık verici hayati öneme sahip olan kolostrum dediğiniz sütü bize daha doğduğumuz gibi farkında olmadan antibiyotikli veriyorsunuz. Annemizin memesini kuruya alırken korumak amaçlı memelerine sıktığınız antibiyotikli tüplerin ağız sütünde bıraktığı miktardan bahsediyorum. Oysa siz sadece kendi istediğiniz bilgileri ölçüyorsunuz. Kolostrometre idi galiba duymuştum bikeresinde. Bir diğerinin ismi refkamometro gibi bir şeydi sanırım. Neyse ben anlamam, buzağıyım ben, siz bilirsiniz. Fakat biz antibiyotikli sütü hasta olmadan içmek istemiyoruz.
Annemizi şanslı olan arkadaşlarımız hariç ancak büyüyüp kocaman inek olduğumuzda yaklaşık 2 yıl sonra görebiliyoruz… tabii hala yaşıyorsa… Doğar doğmaz ayrılıyoruz annemizden. İsteyerek olmuyor bu durum. Bizi her canlı gibi etkiliyor. Kalbimiz büyük bizim de. İçgüdümüz gereği annemizi arıyoruz. Bazı arkadaşlarımız günlerce bağırıyor. Doğa kanunlarında yavruların sesi neden hep çok tiz çıkar bilir misin? Hatta siz insanların yavruları dahil. Neden bizi ayırıyorsunuz? Bizim bilmediğimiz bir planınız var galiba!
Sabah akşam annemizin memesine benzeyen ama annemizin memesi olmayan bir biberondan süt emiyoruz. Emiyoruz diyorum; duyduğuma göre sütü tas, kova gibi şeylerden içen arkadaşlarım varmış ben onlara göre şanslıyım tabii. İçmeyi sonradan öğreneceğimiz için emmeyi bildiğimiz zamanlardan bahsediyorum. Emme refleksi olan bir canlının sütünü kovadan her emmeye çalıştığında akciğerine burnundan süt kaçıyor ve sonuçta 2-4 aylıkken akciğer yetmezliğinden ölüyorlar. Bazı arkadaşlarımın hala burun çevrelerinde tastan süt içmekten yara izleri var sırf bu yüzden.
Biberonlara gelince onlar da masum değil. Annemizin meme ucu yüksekliği yerden ölçersen kendisinin dizleri boyunda. Olması gereken kadar yani ne fazla ne az, böyle yaratılmış. Bizim annemiz deve değil ki, memeleri çok yüksekte olsun. Hörgücü var onların. Su var o hörgücün içinde. Ben bir kere deve gördüm. Onların yavrusuna ne denir? Fakat bize süt içelim diye verdikleri biberonu çok yükseğe takıyorlar.
Ucuna da sütünü hemen bitirsin beklemeyelim diye kocaman delik açıyorlar. Biz bu biberondan emerken çok heyacanlanıyoruz ve burun deliklerimiz yukarı baktığından dolayı her emdiğimizde burun deliklerimizden akciğerlerimize günbegün ufak ufak süt kaçmaya başlıyor. Bakteriler akciğerimize hücum ediyor artık gün geçtikçe süt ememeyecek hale geliyoruz sonuçta akciğer hastası oluyoruz. Siz buna bir isim vererek, şu bakteri bu virüs yapmış diyorsunuz. Oysa annemizin meme hizasından emerken burun deliklerimiz yukarı bakmıyor.
Kaçabileceğimiz bir yer yok. Kafeslerde yaşayan bülbüllere benzetiyorum bazen kendimi. Kafes demişken altımız kuru kalsın diye saman, talaş vs… atıyorsunuz. Siz hiç yere bizim barınaklarımızda kafanızı sıfır cm. yüksekliğe koyup uyudunuz mu? Gaz kokusundan uyuyamazsınız ki? Biz belli bir yaşa gelene kadar kafamızı sıfır santimetre kadar yere koyar uyuyuruz. Nefesimize gaz çekmekten yine hasta oluruz. Büyüdüğümüzde kafamızı sırtımıza koymayı öğreniriz. Tekrarlanan bir hayat hikayesine dönüşür bu durum.
Gaz demiştik degil mi? Atmosfer basıncının 1012 hPa altına düşmesine alçak basınç adı verilir. 1012 hPa üzerine çıkmasına yüksek basınç adı verilir. Haftalık meteoroloji sitelerinden takip edebilirsiniz. Cep telefonun var değil mi? Alçak basınç günlerinde bu gaz çok daha fazladır ve şiddetlidir. İlkbahar ve sonbaharda alçak basınç diğer zamanlara göre fazlaca yaşanır. O günleri takip ederek bakım temizlik yaparsanız, alçak basınç zamanları barınağımız daha temiz olursa kaçacak yer aramayız. Süt emdikten sonra zıplamayı çok severim bu arada.
Sıkılmadın mı anlattıklarımdan?
Devam edeyim. En korktuğum şey ise adı gibi. Cripto… şşşşşt duyarsa gelir ha… Sana onu anlatayım. Suda yaşar. Hatta nemde yaşar. Wikipedia’da bile namı yüksektir. Kendi katının 400 katına kadar su çeker içine. Bize bulaşınca ensemizde, kafa derimizde ve sırtımızda kepeklenme yapar, ishal yapar. Suyumuzu çıkarır tabiri yerindeyse. Ondan kurtulmanın yolu suyun kaynatılarak bize verilmesi ve kuru barınaklar. Diğer bir yol ise yerden 50 cm kadar yüksekte padokta, sudan dışkıdan uzakta olmaktır. Sana bir sır daha vereyim bize bulaştıktan sonra hiç gitmiyor.
Dezenfektanlar yok edemiyorlar. Bağırsak sistemimizden bir şekilde atılsalar da akciğerlerimizde nem var ya, orada ömür boyu kalıyorlar. Eğer çok fazla miktarda olurlarsa pnömoni dediğiniz öksürüğü yapıyorlar. Tedavisi yoktur biliyor muydun? Daha doğrusu siz hala çalışıyorsunuz. Umarım kesin bir çözüm yolu bulursunuz. Bu şartlarda yaşamayı istemezdim hiç. Ben şanslılardanım.
Şimdilik bu kadar. Arkadaşlarım çağırıyor süt zamanı gelmiş bak koşmaya başladılar bile.
Yine anlatırım görüşürüz… Unutma… bizi anlamak istiyorsanız doğa kanunlarını bozduğunuz yerlere bakın, çözüm orada.
Aktaran:
Buzdağı’nın Arkadaşı